16 Kasım 2012

Bugün 16 Kasım...

 Bugün 16 Kasım ...

 Milyonlarca insan için bir anlamı yok ama benim için anlamı çok.Benim hayatımı birleştirdiğim, ömrümü verdiğim Sevgili eşimin, yol arkadaşımın doğum günü bugün....

Bizim hikayemiz tesadüflerle başladı.Aşk tesadüfleri sever ya o tesadüflerde bizi aşka yaklaştırdı.Herkesin tanışma hikayesi kendine göre farklıdır, özeldir,heyecan vericidir, unutulmazdır.Bizimki de bize göre öyle. Bugün bu aşk hikayesinin başlamısını anlatmıyacağım onu 19 Temmuz'a saklıyorum evlenme yıldönümümüze ;) Ben bugün Eray'ımı anlatacağım.Aslında çoğu zaman günlük telaşlardan hızla geçen hayatımızdan içimizden geçirsekte söylemeyi atladığımız o kadar çok şey varki. Belkide ilk defa duyacağı sözleri okuyacak burdan.Yüzüne de söyleyebilirdim ama hiçbirşeyi unutmak atlamak istemiyorum.Bendeki Eray'ı eksiksiz duysun istiyorum.

Hisleri kuvvetli insanlardanım, duygularımla yaşarım, hayatıma kalbimle yön veririm ama bazen gösteremem tüm bunları ama kelimelere dökmek daha doğrusu yazıya dökmek daha kolay oluyor benim için.Kelimelerin sihrine inanıyorum ve başlıyoruz ;)

Nihan Eşini anlatıyor;
Eray nevi şahsına münasır bir insandır.Kendine özgü kişiliği heryerde her koşulda bunu etrafındakilere hissettirir. 
Öyle bir kişiliktir ki ben burdayım diye bağırmaz ama yanında biraz zaman geçirmen bunu hissetmeni sağlar.
İnsani duygularını hiçbir koşulda hiçbir durumda kaybetmemiş vicdanlı bir adamdır benim eşim.
Sevgisini öyle bağıra bağıra gösteremez o ama öyle derinlerde hissetirirki hiç tereddüte yer kalmaz, gözü kapalı inanırım.
İltifat edemez malesef :( birşey yakışmışsa '' bu nerden çıktı şimdi neden giydin ne gerek vardı '' cümlesinden sana çok yakışmış hafif kıskandım anlamını çıkarmak bana düşer ;)
Eray'la olmak ömür boyu mutluluk için bilet almış olmak demektir.
Hayatta az insan her koşulda birbirinin arkasında durur.Eray'la olmak hem her zaman yanında olacağını bilmek hem de her koşulda arkanda duracağına emin olmak demektir.
Yanına her gittiğinde dünya başına yıkılıyo da olsa gülümseyen bir yüz demektir.
Her zaman dayanacak bir omuz,sarılacak iki kol, sevgiyle bakacak iki göz ve herşeye rağmen gecenin sonunda ayaklarının birleşeceğini bildiğin bir insanla olmak demektir.
Eray paraya değil insana kıymet verir, insan biriktirir hayatında
Bir kere hayatınıza aldıysanız çıkarmanız imkansızdır
Hep yaşından büyük olgunluklarda bulunmuştur, bir şey yaptığında bilirim ki benim için bizim için en doğrusu o dur.
Öyle saygılıdır ki insan kendini onun yanında yüreklendirilmiş, değerli, kıymetli hisseder

Bir adam tartışmada da ağzını hiç mi bozmaz dedirtir insana, hiç mi delirmez, hiç mi kötü laf çıkmaz ağzından evet delirir belki ama hep sınırını korur ve evet ağzından hiç kötü laf çıkmadı,sabrına hayran bıraktı beni

Üzüntüsünü hep yalnız yaşar yakalştırmaz kimseyi yanına hiçkimseyi üzmek istemez ki bence istesede üzemez öyle bir kalp ki bazen iyiliğinin, vicdanın, sevgisinin altında eziliyormuşum gibi hissederim

Bazen derim ki onu kastederek iki çocuk büyütüyorum  aslında öyle değil o beni büyüttü benim yaralarımı öyle bir yerinden sardı ki hem eş hem arkadaş hem sığınacak liman, kaçıpta saklanacak bir kalp açtı bana

Biryerlere sığdıramadığımda kalbimi, aklım başımdan gittiğinde hep o kalp durdurdu beni sanki hayata ikinci kez gelmiş gibiydi eray herşeyi sakinliğiyle huzura ulaştırdı, beni de ...

Daha evli değildik deprem oldu kapımda sabahladı, yoldan geldi arabanın içinde kapımda sabahladı, evliydik yola gitti üzüldüm yollardan döndü..
Hep söylerim bir ona yetişemedim der doğumuma yetişemedi belki ama biliyorum yetişmek için ölümüne bir hızla geldi İstanbul'dan ve o gece hastanede kalamadı eve git dedi herkes o yine arabada kaldı benim için kızım için bizim için.

Hayatımın hediyesidir Eray , Allah'ın bana bir lütfudur ve bazıları ömrünü alır insanın bazıları ömür verir.Ömür verdin sen bana ömrüm iyi ki doğdun kıymetlim, yol arkadaşım ve iyi ki varsın hayat ...




15 Kasım 2012

O Bir Anne...

     Anne olunca insan hayata başka gözlerle bakıyor.Bir kere anne oldun mu sen artık eski sen değilsin.Tüm duyguların değişiyor.Tüm sevinçler, üzüntüler, ölümler, doğumlar, gözyaşı, mutluluk hepsinin anlamı sanki sende daha farklı bir boyut kazanıyor.Çünkü başkalarının yerine koyuyor insan kendini ve sanki herkesin yaşadığını kendi içinde hissederek tepki veriyor herşeye. Anne olunca empati yeteneğin tavan yapıyor sanırım.

     Geçen hafta küçük bir kız, daha doğmamış 1 aylık bebeğini anne karnında kendi cennetine uğurladı.Kalbimde bir yerlerde ona destek verecek cümleler ararken kalp sızısını da çok derinde hissettim.O minik bebek, her ne kadar fetüs de olsa bana göre o küçük kız benim gözümde artık bir anne.Küçük dediğime bakmayın arkadaşım 25 yaşında ama bazı insanlar içindeki çocuğu hiç öldürmez.Hayalleriyle, hayata bakışıyla, gülen gözleriyle ışık saçarlar enerji verirler insana.İşte Duygu da öyle biri.Gülen gözlerinde bu ara gözyaşı var ama ben ona inanıyorum kalbiyle aklı ona yardımcı olucak.Yine hayata gülen gözleriyle bakıcak ve artık sol yanında bir meleği var...

     Bende kızımın ilk zamanlarını hatırladım.İlk doktora gidişimizde planlı bir bebek olmadığı için şok olmuştum.Hem çok sevinmiş hem de çok şaşırmıştım.İkinci gidişimiz tam bir hayal kırıklığı olmuştu.Doktorun sözleri hala kulağımda çınlıyor '' Bebek henüz canlanmamış almamız gerekebilir siz 20 gün sonra tekrar gelin''.
İnsanın bazen gafletine geliyor sanırım başka doktora gitmeyi akıl edememiştik ve 20 günü ben üzüntüyle geçirdikten sonra tekrar aynı doktora gitmiştim :(. Çok şükür o günlerden bugünlere geldik ve kızım şimdi 3 yaşında bir cimcime.

     Hayatta herşey insanlar için.Çocuğunu senelerce gözünün içine bakıp büyüten, üzerine titreyen, karşılıksız koşulsuz seven, fedakarlığının derecesi olmayan ve bunu daha ilk öğrendiği anda yüreğinde hisseden tüm annelerimize Allah evlat acısı vermesin...Güzel günler görmek dileğiyle!

4 Haziran 2012

Mutlu Bir Pazar

Haftalardan planlıyorum kızımı hayvanat bahçesine götüreceğim ama hava şartları bizim uymayan koşullarımız derken sonunda bu pazar bu gezintimizi gerçekleştirdik.

İzmir bu konuda çok güzel bir adım attı. Sasalı da Doğal Yaşam Parkı kuruldu.Hayvanlar doğal ortamlarında insanlarla içiçe gerçekten gidilip görülmesi gereken bir ortam.

Yakın arkadaşlarımız ve onların sevimli kızları ile bizim çekirdek ailemiz yollara düştük.Doğa 3,5 yaşında Eylül 2,5 yaşında yol boyunca bıcır bıcır konuştular defalarca nereye gidiyoruz sorusuna yanıt verdiğimizi hatırlıyorum.

Düzenleme, hayvanları görüş mesafesi , hangi hayvanı nerde bulacağımızın yerleşim planı, tanıtımı gerçekten güzel olmuş.Çok büyük bir alana yayılmış yorucu ama zevkliydi.Tek beğenmediğim yemek konusunun fast-food tercih edilmişti.Malesef tost,hamburger ve patates cipsi dışında bir alternatif yok

Eylül'ün hayvanları gördüğünde tepkileri çok güzeldi.Bir ara ''fili sevmek istiyorum ama onun yanına gitmek istiyorum'' diye tutulmalar, zırlamalar yaşasakta genelinde eğlendi.Bazı hayvanları sevimli bulmasamda kırmızı renkteki büyük balıklar ve iri kaplumbağa çok sevimliydi.Kesinlikle çocukların hayvanları yakından görmesini faydalı buluyorum.Hem eğitici hem eğlendirici bir gündü.

Doğal Yaşam Parkındaki gezintimizi Eylül'ün arabasında uyumasıyla sonlandırdıktan sonra Forum Bornova'ya gittik.Alışveriş mekanlarında çocukların çok eğlendiğini düşünmüyorum ve ben çoğunlukla götürmemeyi tercih ediyorum.Sadece oyuncaklara bindirmek için götürüp mağazaları dolaşmadan kızıma yönelik gezip geliyoruz.Atlı karınca,salıncak derken her cumartesi pazar çocuklar için yapılan etkinliğe katıldık.Önce küçük hanımların yüzü boyandı.Eylül'e ne olmak istiyorsun diye sorduklarında kelebek dedi.Sanırım bunda benim etkim var tüm odası dolapları kelebek şeklinde, giysilerinde kelebekler uçuşuyor :)

Boyanma işleminden sonra,sahnede çizgi film kahramanlarıyla müzik eşliğinde çocukların eğlencesi başladı.Oynadılar, zıpladılar birlikte hayvan taklitleri yaptılar tüm enerjilerini harcadılar.Herkes oynarken Eylül'ün sahneye çıkmak için zırlaması ağlaması babayı çileden çıkarsada genel durum harikaydı.Kızım için mutlu bir gündü ve bizde çok mutlu olduk.Hayat bu dedik onun gözlerindeki mutluluk.

Çok güzel bir günü arkada bırakırken benim içinde bazı şeyleri geride bırakma zamanı gelmişti ve bende bunu yapabildiğim için ayrıca güzel ve özel bir gündü.Çocuklu hayata geçiş süresi herkesde farklı oluyor.Bizimde zorlandığımız konular oldu.Bunlardan biri çocukla dışarıya çıkmak.Ben dışarı çıkınca tam bir huzursuz anneyim.Hem çocuğu hem kendimi rahatsız ediyorum.Yemeğini saatinde yedirmeye çalışıyorum yemedi mi zorluyorum, uykusu kaçmasın zamanında uyusun,terledi mi,öksürdü mü,ince mi giydirdim kalın mı,oraya gitmesin yükseğe çıkmasın, yere düştü, oraya değdi buraya değdi ıslak mendil elimden düşmüyor.Durum böyle olunca hem huzursuz hem tetikte herşey bana zehir oluyor kızımda hep kontrol altında olmaktan mutsuz oluyor, öfkeleniyor daha çok eziyet ediyor.

Ama bu sefer ben bu durumu değiştirdim.Ne çok peşinde koştum ne uykusunu dert ettim ne yemesi için ısrar ettim.Rahat anne olmak için elimden gelen herşeyi yaptım veee sonuç gerçekten hepimizi mutlu etti.

Babanın huzursuz olduğu konu ise girdiği mağazalardan anında çıkmak zorunda kalması ve hiçbirşeye bakamamasıydı :) Bunun yoluda çocukla gittiğin zaman her mağazaya giremeyeceğini, bakmak istediğine bakamayacağını kabullenmek.Ben bunu uzun zaman önce kabul ettim.Çocuklu hayatın  kuralıdır dedim.O yüzden girip bakamadığımda ya da tam birşeyi alıp kasaya geldiğimde dışarıya koşan bıcırığı gördüğümde çocuğa laf anlatmak yerine aldığımı orada bırakıyorum ve kızımın istediğini yapıyorum.Çünkü biliyorum o anda bana birşey göstermek istiyor.2,5 yaşında çevresini keşfediyor, merak ettiğinin peşinden gidiyor.Eşime de küçük telkinlerde bulundum zamanla o da aşıcak :) 

Ve son söz çocuklu hayat zordur, zorluk kaçınılmazdır ama mutluluk paha biçilemez olanıdır ...

10 Mayıs 2012

Dedemin İnsanları...

     Bazen bazı filmler insanı tam yüreğinden en derinden sarsıyor.Dedemin İnsanları kimde ne etki yarattı bilmiyorum ama beni çok etkiledi.

     Neden?

     Çünkü film Girit adasından göçü sonrasında yaşananları anlatıyor.Benim dedemde Girit adasından ilk göçenlerden.Ben dedemi hiç tanımadım annem lisedeyken vefat etmiş.Annem hep babasının anlattığı kadarıyla o göçme hikayesini yaşanan zorlukları ve babasının bunu gözleri dolarak anlattığını kendi de gözleri dolarak anlatır.Sevgili Çağan Irmak öyle güzel işlemiş ki bu konuyu etkilenmemek elde değil.Döktüğüm gözyaşının haddi hesabı yok.

     Elbette filmi burada anlatmayacağım ilgisini çeken zaten izleyecektir.Ben bu filmden bana geçenleri aktarmak istiyorum. 

     Günümüzde herşeyde ve herkesde geçmişe bir özlem var.Kimi dinleseniz eskiden böyle miydi diye söze başlar oldu.Vitrinlerde, kılık kıyafette herşeyde geçmişe dönüş var.Çünkü herşeyiyle geçmiş özleniyor.Yaşadığımız şuan apartmanda karşı komşumuzu tanımayacak kadar yalnızız.Birlikte yenen yemeklerin, büyük sofraların yerini 2-3 kişilik masalar, hızlı yenen sohbetsiz yemekler, televizyon ya da bilgisayar karşısında geçirilen boş vakitler aldı.Daha fazla para uğruna hırsıyla birbirini harcamaya çalışan kendi değerlerini yok sayan insanlar.Kilit üstüne kilit vurulan kameralarla korunan binalar.Çocuğumuzu emanet edemediğimiz dolayısıyla tanımadığımız komşularımız varDuygular gelip geçici, yaşananların sanki hiç kıymeti yok.Herşeyi hemen tüketme isteği var.Çıkar üzerine kurulmuş arkadaşlıklar ilişkiler söz konusu.Hal böyle olunca herkes kabuğunda maskeleriyle yaşamaya devam ediyor.

     Ya eskiden nasılmış?

     Eskiden Egede yaz ya bağda bahçede ya da deniz kenarında geçermiş.Eş dostla kurulan büyük geniş sofralar, televizyondan her türlü teknolojik aletten uzak sadece birbirinin gözlerine bakılarak yapılan sohbetler varmış. Çocuklar sokaklarda rahatça koştururmuş.Bir yere gidilip dönülecekse komşulara ayıp olacak diye dükkanlar kilitlenmezmiş.Bayram ziyaretleri büyüklere yapılırmış şimdi otellere yapılıyor.

    O dönemin insanları insana değer veriyor.Duygularını yaşamın içinde sindirerek,yaşadıkları herşeyi daha hissederek yaşıyorlar.Bir de aile kavramı güçlü, birinin yaşadığı üzüntüyü herkes sahipleniyor.Şimdi bakıyorum kardeş kardeşe düşman.Komşuluk çok önemli bir kere kadınlar herşeyi hep beraber yapıyorlar.Şimdi kadın kadının kurdu.

     Bir de o yıllarda çocuklar sokaklarda , komşu bahçelerinde hep kendi yaşıtlarıyla mutlu bir çocukluk dönemi yaşıyorlar.Beni en çok bu etkiledi.Çocukluğun mutlu geçtiyse eğer bugün ne yaşarsan yaşa geçmişte tutunacak bir dalın olduğu için daha bir güçlü oluyor insan.Ben bunu annemde gördüm.Çocukluğunu anlatırken gözleri ışıldır bir heyecanla bir mutlulukla anlatır o yılları.Zor bir evlilik yaşadı annem sonu malesef boşanmayla biten ama bugün benden güçlü, benden pozitif ve benden daha umutlu.Geçmişi için hayıflanmıyor yaşamam gerekiyormuş yaşadım diyor.Onu ayakta tutan şeyler arasında çocukluğunun etkisinin olduğunu düşünüyorum.Bu sebepledir benim için kızımın çocukluk yıllarında mutlu olması çok önemli.Ben çocuğumu yarış atı gibi yetiştiren sırf böbürlenmek gurur duymak için o okuldan o okula o dersten o derse gönderen bir anne olmak istemiyorum.Herkes ister iyi eğitim alsın iyi okullarda okusun başarılı olsun bende istiyorum ama herşeyden önemlisi çocukluğunu yaşasın mutlu olsun.Temeli sağlam olsun.

    Atatürk'ün bir sözü var; ''Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez''.Ben bugün bu filmle geçmişimi biraz daha öğrendim..Ne istediğimi, nasıl yaşamam gerektiğini, nelere değer vermem gerektiğini bir kez daha anladım.Hayatta mutlu olmak; paylaşmaktan, insana değer vermekten ve sahip olduğumuz ailemizin kıymetini bugün bilmekten geçiyor.Ve bugün bu aileye sahip olduğum için bir kez daha şükürler olsun :)

3 Nisan 2012

Hayat Budur...


     Anneannem yaşadığı sürece okuma yazması olmamasına rağmen her sene yapraklı takvimlerden isterdi.Kim gelirse, kim uğrarsa evine mutlaka hergün okuturdu onları.Bu annemde de alışkanlık oldu hergün bir tane okuyor çok sevdiklerini özellikle çocuk eğitimi ile ilgili olanları bana da saklıyor ve denk geldikçe okuyoruz.Bugün takvim yaprağının arkasında günün menüsü, günün çocuk isimleri ve gerekli bilgiler dışında Shakespeare'in bu yazısı vardı.Sizinle de paylaşmak istedim.

''Kendimi her zaman mutlu hissederim.Neden biliyor musunuz?
Çünkü kimseden birşey ummam.Beklentiler daima yaralar.
Hayat kısadır.Öyleyse hayatınızı sevin.Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin.

Sadece kendiniz için yaşayın ve;

Konuşmadan önce dinleyin
Yazmadan önce düşünün.
Harcamadan önce kazanın.
Dua etmeden önce bağışlayın.
İncitmeden önce hissedin.
Nefret etmeden önce sevin.
Vazgeçmeden önce çabalayın.
Ölmeden önce yaşayın.

Hayat budur.Onu hissedin.Onu yaşayın ve ondan hoşnut olun.''
                                    William Shakespeare

     Yazıyı çok beğendim ya da bana bugün iyi geldi.Ve can alıcı cümle: ''Beklentiler daima yaralar''.Evet beklentiyle mutluluk kesinlikle doğru orantılı.Beklentin ne kadar büyükse hayal kırıklığın o kadar kalıcı oluyor.

     Herkes birbirinden birşeyler bekliyor.Hayatımız beklenti üzerine kurulu.Eşimizden daha çok sevgi, çocuğumuzdan daha çok başarı, arkadaşımızdan daha çok ilgi, patronumuzdan daha çok anlayış bekliyoruz.Ve bu noktada herkes her zaman karşı taraftan bekliyor.Hayatımız başkalarının yapacaklarına endeksli gibi.Hatta uzun zamandır görmediğimiz birinden bile önce onun selam vermesini bekliyoruz.

     Kimsenin kendi kabuğundan çıkmaya niyeti yok.İstiyoruz ki herşeyi bizim yerimize birileri yapsın.Oysa ki giden bizim hayatımız.Kendin için yaptığın herşey ancak sana geri döner yoksa hayatını beklentiler içinde hayal kırıklıklarıyla geçirir ömrüne hergün bir keşke daha eklersin.

     Hayatımız başkalarına bırakılmayacak kadar değerli, vaktimiz kısıtla ve hayatın provası yok.O yüzden beklentini kısa tut,mutluluğunu uzun.Ne yaşıyorsak şimdi, ne varsa şuan var...

28 Mart 2012

Süper Dadı

     Trt gerçekten çok güzel bir programa imza atmış; Süper Dadı.Geçenlerde konusu geçtiğinde ismi ilginç gelmişti ama bir türlü izleme fırsatı bulamamıştım.İzledim ve gerçekten çok faydalı buldum.

     Programın formatından biraz bahsetmek istiyorum.Gerçek ailelerden gelen talep üzerine süper dadı kimliğiyle aynı zamanda programın sunucusu dadımız eve geliyor ve 1 hafta boyunca evdeki düzeni, olması gerekeni sağlamaya çalışıyor.Güzel olan ise hepimizin yaşadığı şeylere somut örneklerle birebir yaklaşılması.Sonuçlarının anında ekran başında izleyene aktarılması.İlk gün kamera ile ev düzeni izleniyor.2 gün süper dadı evde gözlem yapıyor.3. 4. ve 5. günler yerinde müdahale ve 6.gün aile evde tek başına son gün ise durum değerlendirilmesi ile aileye veda ediliyor.

     Şimdi gelelim süper dadının aktardıklarından benim anladıklarıma...

     Hepimiz zaman zaman çocuğumuzla başa çıkamadığımız durumlarla karşılaştığımızda malesef bağırma ve korkutma yöntemine başvuruyoruz.Ama karşıdan bakınca gördüm ki bağıran anne bağıran çocuk yetiştiriyor.Evdeki gürültü düzeyi gerilime sebep oluyor ve korkuyla terbiye olmuyor.
     Annenin yapması gereken en önemli şey günü ve geceyi planlamak.Çocuklar belli bir düzen olunca eninde sonunda o düzene uymak zorunda kalıyorlar.İlk zaman problemli olsada kararlılık ve tutarlı olmak çocuğu disiplin etmede en önemli adım.

     Süper Dadı evdeki düzeni sağlamak için çok güzel bir yöntem uyguladı.Eve evde yapılmaması gereken yasaklar tablosu oluşturdu.Bu tablonun dışına çıkmanın cezası ise  düşünme sandalyesinde yaşı kadar dakika olarak bekleme.Bu yöntemi düşünme odası, düşünme sandalyesi olarak bir kaç yerde de okumuştum.Ama birebir uygulamada gerçekten ne kadar faydalı olduğunu gördüm.Anne bağırmak zorunda kalmıyor.Çocuk ilk denemelerde dirensede bakıyor çaresi yok bu yönteme alışıyor.Ev yaşanılır hale geliyor ve sonunda da anneyle kucaklaşma var.Sevgi ve disiplin bir arada ;)

     Yemek yeme konusunda verdiği fikir de güzeldi.Sofrada az çok oyunu oynanıyor.Hangisindan az hanginden çok yiyeceğine çocuk kendisi karar veriyor.Yemek işkencesi çeken anneler için etkili bir yol olabilir.

     Uyku yöntemi çok yerde okuduğum ve tecrübe ettiğim bir yöntem.Uyku saatine yakın sakin aktiviteler yapmayı, masal okumayı ve kendi kendine uyumaya alıştırmayı hedefliyor.Benim sık yaptığım bir hatayı görmüş oldum.Kızımı uyutmaya çalışırken o birşey sorunca ve konuşunca bende ona karşılık veriyorum.Bu bazen sohbete dönüşüyor.Ama süper dadı uykuya dalmaları için iyi geceler dedikten sonra asla konuşmamalı, her seslendiğinde yanına gitmemeli diyor.Bunu uygulamaya geçirmeliyim, sabredebilirsem tabi :)

     Babalar her ne kadar kendilerini ikinci plana atmayı uygun görsede süper bir cümle geçti ve ben bunu bi kenara not ettim:''Yarı zamanlı babalık olmaz'' .Malesef bizim evde de durum farklı değil.Benimde çalışıyor olmama rağmen evin yükü ile birlikte çocuğun her türlü sorumluluğu da benim üzerimde.Ben bizim evde bunu değiştirmekle işe başlayacağım.Baba olmakta anne olmak kadar çaba gerektiren sorumluluğu olan bir iş.Bir de bizim evde iş seyahatleri var.Eşim haftada 2-3 gün mutlaka şehir dışında bu durumda çocuk baba ilgisinden yeterince uzak kalıyor.Yine süper dadı da çok etkileyici bir yöntem sundular.Baba iş seyahatindeyken çocuğa bir video bırakıyor,masal okuyor ve çocuk ondan sonra uykuya dalıyor.Bunu kesinlikle bende uygulayacağım bundan sonra evdeyken uyutma görevi babaya ait.Karar verilmiştir, sıra uygulamada...

     Benim tüm izlediklerimden öğrendiğim; 
  1. Çocukları eleştirmiyoruz davranışı eleştiriyoruz
  2. Çocuk belli sınırlar içinde büyümeli ve disiplin olmalı ama şefkat eksik olmamalı
  3. Çocuklara söz dinletmenin kuralı kararlı ve tutarlı olmak
  4. Çocuklarımızın söylediklerimizle değil davranışlarıımızla öğrendiğinin bilincine varmak.
     Tüm annelere, babalara ve başta bana kolay gelsin.Yazıp çizmek kolay önemli olan hayata geçirmek.Burada da değişim biz ebeveynlerden geçiyor önce kendimizi değiştireceğiz.Birer süper dadı bulmadan süper anne olma zamanı...


16 Mart 2012

Canımdan Can Gitti..


     Hani büyükler der ya ''Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyor'' diye doğruluğu dün akşam kanıtlandı.

     Şimdi belki bana güleceksiniz daha kızın 2,5 yaşında sen ne gördün ne yaşadın diye ama şuan öyle hissediyorum.Geçirdiğimiz küçük bir ev kazası bana bunu düşündürtmeye yetti.

     Benim kızım öyle çok atlayıp zıplayan yerinde duramayan bir çocuk değil.Evde heryer minik kızıma  göre ayarlanmış durumda.Böyle olmasına rağmen ben bir türlü sakin anne olmayı beceremedim.Birşey yapmaya kalktığında bir yere çıktığında hemen panik oluyorum.Durum böyle oluncada hep panik halinde ortalıkta peşinde dolanıyorum.

     Geceleri çocuk uyuyor olsada kaç kere kalkıp bakarım.Uyandı mı, üstünü mü açtı, saçı yüzüne mi geldi, bezi çok mu doldu, yastıktan mı düştü...vs.Uyanmayan çocuğu böyle pimpiriklerimle uyandırırım.Sanırım bazı şeyleri insanlar kendileri çağırıyor.Ben odaya gittiğimde mışıl mışıl uyuyan çocuk yerime geldikten 2 dakika sonra uyanıp bana sesleniyor.Ben kendim yapıyorum, çocuğuda kendimide huzursuz ediyorum.

     Ama dün akşam hiç beklemediğim şekilde kızımın dudağı yaralandı.Bebek arabasıyla bebeğini gezdirirken birden durdu ağlamaya başladı.Çamaşır katlıyordum sürekli gözüm üzerindedir normalde ama o an bakmamıştım.Bunun için ayrıca kendimi yedim bitirdim.Yanına gidince ne göreyim ağzından kan geliyor.O an ömrümden ömür gitti.Ne olduğunu anlamadım yani oynadığı oyuncakta ya da çevresinde ona zarar verebilecek hiçbişey yoktu.Hemen lavaboya koştum ağzını çalkalattım, kan durdu, bişeylerle oyaladık.

     Eşim böyle durumlarda sakinliğini koruyor ki olması gereken de o.Ama ben elimde olmadan panikliyorum hemen gözlerimden yaşlar süzülüyor.Anne olunca daha bir sulugöz oldum.En ufacık habere, filmin gerçekten acıklı olmayan karesine, sokaktaki köpek yavrusuna, kızımın yaptığı değişik bir harekete,arkadaşımın anlattığı anne çocuk diyaloglarına ve  saymakla bitmez bu liste, herşeye herşeye ağlar oldum.Bu durumda ben kızımı teselli ederken birinin de beni teselli etmesi gerek :(

     Ağlaması durduktan sonra doktorculuk oynama bahanesiyle ağzını açtırdım baktım dudağının içi hafif yarılmış.İçim parçalandı yani canımdan can gitti o an.Evlat böyle birşey demek ki dedim içimden canım yanıyor resmen.Dudağının iç tarafında olduğu için ne yapacağımı da bilemedim birşey de sürülmez, zamana bıraktık.Ama gecem günüm bitti,enerjim yerlerde.

     Hemen moralimi bozuyorum ben böyle durumlarda biliyorum çok yanlış ama engel olamıyorum kendime.Hem içimden diyorum ''Nihan insanlar nelerle uğraşıyor,çocuklarının hastalıklarına çare arıyor seninki abartı çocuklar elbette düşe kalka büyüyecek'' ama işte yine de teselli edemiyorum kendimi.Oysa kızım o andan sonra hatırlamadı bile oynamaya devam etti sanırım o anda kalan bir tek ben varım :)
     Bazı şeyler insanın yaşamışlığıyla da ilgili diye düşünüyorum.Ben hiç çocuk bakmadım çevremdeki çocuklarla öyle çok zamanda geçirmedim fırsat da olmadı açıkçası. Okul, üniversite derken hiç ara vermeden çalışma hayatı.Sanırım bu konudaki tecrübesizliğim biraz da panik olmama neden oluyor.Bir de erken doğum yaptım 7 aylık bir bebeği büyütürken gerçekten onu pamuklara sarmak gerekiyor.Üstüne titremeninde ötesinde davranılıyor.Geçti, gitti diyorum ama belkide bende hala kalıntıları duruyor o zamanların.

     Herşeye rağmen şükrediyorum kızım benimle, elbette küçük yaralanmalar yaşanacak hayatta gri tonlarda var ve zaman herşeye ilaç olucak...


13 Mart 2012

Çocuklarda Ceza


    2 yaş sendromu diye bir şey var tamam kabul ediyorum.Peki 2 yaşın inatlaşmalarıyla, dediğim dedikleriyle, benim dediğim olacaklarıyla nasıl başa çıkacağım?

    2 yaşındaki çocuk kendini ifade etmeye başlıyor ve artık bende varım diyor.Dil gelişimi hızlanıyor artık rahat cümle kurabiliyor.Benim kızım tam 2,5 yaşında ve şuan çok rahat cümle kurabiliyor,herşeyi söyleyebiliyor.Biz Eylül'e hep kelimeleri olduğu gibi söyledik.Takma kelimeler, kolaylaştırıcı kısaltmalar yapmadan bu yüzden o da şuanda herşeye kendi ismiyle hitap ediyor.

    2 yaşındaki çocuk herşeyi anlar, algılar, komutlara uygun davranır fakat henüz muhakeme yeteneği gelişmemiştir.Bu sebeple söylenen herşey direkt en somut haliyle söylenmelidir.Benimde sıksık yaptığım bir hata var.Örneğin yemeğini yemedi kızmamak için diyorum ki; ''Yeme yeme sen bilirsin böyle yapmaya devam et '' göya küçücük çocuğa ima ediyorum.Halbuki bu tarz cümleler çocuğun aynen böyle algılamasına sebep oluyor.Çocuğumuzla iletişimde dolaylı sözlerden ve olumsuz sıfatlardan kaçınmalıyız.
Peki istemediğimiz bir davranışı yapan çocuğumuza nasıl davranmalıyız?

    Çocuklar etrafı keşfederken, birşeyleri tanımaya çalışırken, herşeyi kendisi için bir oyun aracı sanırken çevresinde ona zarar verebilecek şeyleri farkedemezler.Neden o anda yemek yemeleri,giyinmeleri ya da uyumaları gerektiğini bilemezler.Ellerine aldıkları şeylerin kırılan, kesici, zarar verici olduklarını tahmin bile edemezler.İşte bu durumlarda biz onlara yol gösterici oluyoruz fakat bu gerçekten bazen anneleri zorluyor.Ben bu konuda bu ara çok zorlanıyorum.Eylül eline geçirdiği herşeyi tahta, cam, kırılır, kırılmaz demeden yere atıyor.Oyuncaklarını kimseye vermiyor, çocukların elinden çekip alıyor hatta kızdı mı vuruyor.Giyinmeye başladığımız an odadan odaya kaçıyor.Televizyona sert cisimlerle vuruyor.

    Okuduklarımdan duyduklarımdan destekle önce konuşarak anlatmaya çalışıyorum baktım hiç oralı olmuyor,başka şeye dikkatini çekiyorum ama bazen başarılı olamıyorum.Bazen de kendime hakim olamayıp bağırıyorum ama bu seferde o kadar çok ağlıyor ki sonrasında pişman oluyorum.En son çare ceza vermeye başladım.Örneğin televizyona mı vurdu, ''Televizyonu kapatıyorum, vurduğun için bak televizyonumuz bozuldu birşey izleyemeyeceğiz, hemen odana cezalısın'' diyorum. O da gidiyor biraz durup geliyor ya da ağlıyor, kendini yerlere atıyor vs.Bu yöntemde bana yeterli gelmeyince biraz araştırma yaptım.Okuduklarımı harmanlayıp aktarıyorum;
  • Çocuğumuz istemediğimiz bir davranışı yaptığında önce farklı bir aktivite yaparak dikkatini başka yöne çevirerek dağıtmalıyız.Örneğin bıçağı eline aldı ''O elindeki kesici sana zarar vermesinden korkuyorum ama bak bu küçük bir makas istersen bununla kesme işlemi yapabiliriz'' gibi.
  • Yaptığı olumsuz davranış hakkında onunla konuşmalıyız.Neden böyle yaptığını, tehdit etmeden, yargılamadan davranışının sonuçlarını göstermeliyiz.
  • Olumsuz sıfatlar ve imalar kullanmadan söylemek istediğmizi direkt söylemeliyiz.
  • Çocuğumuza asla dayak yoluyla ceza vermemeliyiz.Dövülen çocuk neden dövüldüğünü hatırlamaz sadece dövüldüğünü hatırlar ve kendiside birşey elde edemediğinde şiddet yoluyle bunu elde etmeye çalışır.
  • Çocuğu anne baba ile korkutmak güven duygusunu sarsar.(Örneğin; ''Baban gelsin seni söyliycem'' gibi).
  • Çocuğa verilen ceza , yaşı ve hatası ile orantılı olmalı.Örneğin çocuk bardak kırdı.2 yaş civarı için sözle ikaz edilebilir ''Bu bardağı kırdığın için artık bu bardaktan su içemeyeceğiz'' gibi.Bilerek yapan bir çocuk için ise ceza verilebilir.Sevdiği bir aktiviteden alıkoyma ya da sevmediği bir aktiviteyi yaptırma ; odasını toplatmak gibi.
  • Çocuk ağladığında üzerine düşmemeli, görmezden gelmeli gerekirse oda değiştirmeli.(Bunu hiçbirimizin yapabileceğini sanmıyorum)Ağladığında dediğini asla yapmamalı, sustuktan sonra alternatif üretmeli.
  • Çocuğun önüne zaman koyarak istenileni yaptırma.''Yemeğini hemen yersen parka gidebiliriz'' gibi.
    Bunların yanında çocuğa onaylandığını göstermek,takdir etmek olumlu cümle kurmakta etkili olabilmektedir.İyi davranışlar sergilediğinde aldığı tepki ile yapılmaması gereken davranışları kendisini keşfetmesinde yardımcı olacaktır.Tüm bunlara rağmen her çocuk farklıdır, her çocuğa uygulanması gereken yöntem de farklıdır. Çocuklarımızı iyi tanıyıp iyi gözlemleyip onun için en uygun yöntemi bulmak bizim elimizde.Bence herşeyin başında sabır gerekiyor, çocuğumuza göstereceğimiz sabır herşeyden önemli.O yüzden istemediğimiz davranışı yapan çocuğumuza tepki vermeden önce her seferinde nefes alıp '' O sadece bir çocuk '' sloganını içimizden geçirerek başlamakta fayda var :)

1 Mart 2012

Kim Kimi Uyutur?

Uykusuz bir gün daha...

Ben bu uyku işini beceremedim gitti.Denemediğim yöntem kalmadı.Cadı kızım her seferinde kazanan taraf oldu çıktı yani.

Bir kere 11 den önce katiyen yatmıyor illa ki o saat gelecek.Yatağa girdiğimiz andan itibaren aklına türlü türlü oyunlar geliyor,şarkı söylüyor,çisini söylemeyen cadı çisim geldi diyor....

Dün akşam tüm yöntemleri karıştırıp hepsini birden uygulamaya çalıştım ve tabi ki sonuç yine 1 saatlik bir zaman dilimi ve sonra uyku.Akşam yemeğinden sonra yorulacağı hangi oyun varsa oynadım,nerdeyse bütün gece oyun oynadık diyebilirim.Kurnazlık yapıyorum yorulsun ki 1-2 saat sonra uykusu gelsin.Önce toplarla oyun sepetinin içine atmaca, sonra yakalamaca, sonra saklambaç.Yaklaşık 1,5 saat böyle geçti.Daha sonra sakinlemesi için yemek yapma oyunu oynadık.Bebeklerini ve küçük sevimli hayvanlarını koltuğa diziyoruz, oyuncak yemek tabaklarıyla onlara yemek yediriyoruz.Şimdiki oyuncaklar gerçekten dahice düşünülmüş.Yemek olarak köfte, sosis, üzüm, muz, havuç, patates, yumurta aklınıza ne gelirse var.Onları yedirdik.Hanfendi sıkıldı, saat de ilerledi.10:30 gibi hadi yatağımıza gidelim dedim ama o göz yok farkındayım.Ben yoruldum o hala yeni oyun oynama derdinde.En son çare kitap okuyalım dedim.Allah'tan kızım kitapları çok seviyor.Aklımca son yarım saatte sakin şeyler yapıyorum ki uykusu gelsin.Kitap okumaya başladım.

Her akşam uyumadan önce sütümüzü içiyoruz o esnada biraz uykusu geliyor.
Yatağımıza gittik Eylül hanım sütünü istedi.Ben nasıl hevesleniyorum.Tamam diyorum budur sütünü istedi yatağına kendisi gitti uykuya rahat geçicek.Sütü içti yanına uzandım baktım mıkırdanıyor:

 - Ne oldu Eylül?
 -Tırtılımı istiyorum.
 -Tamam al bakalım.
 -Atımı istiyorum.
 -Tamam kızım al.
 -Masal anlat.
 Pamuk prensesi anlatıyorum.Gözler faltaşı.
 -Çocuğu anlat
 Hemen parka giden çocuk hikayesi uyduruyorum
 -Yılanı anlat
 Nerden gelir aklına böyle şeyler.
 -Hemen uyuyoruz Eylül diyorum hafif ses yükselterek.Korkutmakta istemiyorum.O da annemim taktiği kızarım ama onunla kaldığı zamanlar maalesef öyle uyutuyor başa çıkamıyor çünkü.Arap adam geliyo hemen yatalım diyor :)
 -Babam nerde anne?
 -İçerde uyuyo
 -İçeri gidelim
 -Hayır baba gelicek sen yat

Baba çağrılır birlikte uyumaya çalışılır.Bu seferde şarkı söylüyor ben o şarkı söyleyince çok gülüyorum o kadar sevimli söylüyor ki birde bazen söylesin diye ''Eylül şarkı söyler misin çok mutlu olucam diyorum :))''
 2,5 yaşındaki o minicik kız inanamıyorum bu durumu kullanıyor.Başlıyor şarkı söylemeye:

-5 duyu organımız vaaaar,birincisi etrafı göreer,göz göz göz...Mutlu musun anne ? diyor ve ben ölüp bitiyorum, tabi ki yelkenleri suya indiriyorum,gülüyorum,sarılıyorum,öpüyorum.Baba da kızıp gidiyor.Sonra sakinleşiyoruz.Eylül hemen uyuyoruz yoksa yarın parka gidemeyiz diyorum.Şarta bağlıyorum ki en azından yapmak istediği birşeyin buna bağlı olduğunu düşünsüz bu da bir yöntem ama bizde işe yaramıyor.Ben gözümü kapattım sende kapat.Tamam diyor bi kaç kere konuşuyor ben hiç konuşmuyorum uyuyo numarası yapıyorum derken gerçekten uyuyakalıyorum.Kim kimi uyutuyor bu durumda? Eşim uyandırıyor saat 12:15 Eylül uyumuş, sanırım uyumamı bekliyor bu çocuk.

Çoğu akşam böyle geçiyor.Ben istiyorum o yattıktan sonra 1 saat bana kalsın ama enerjim öyle bitiyor ki bende hemen uyuyorum.Bir de gece kalkması var ki en az 3 kere :( uykusuz gecelere devam yani.Daha iyi bir yöntem bulana kadar en azından biz de durum böyle.Önerisi olan?

24 Şubat 2012

Çocukların Eli Oyunda Kulağı Ebeveynde

     Hepimiz çocuklarımız için en iyisini istiyoruz.İstiyoruz fakat bunu davranışlarımızla gösterebiliyor muyuz ?

     Kızım 2 yaşını geçtiğinden beri akşam yemeklerin masada birlikte yenmesine gayret ediyorum.Çünkü çocuğa televizyon karşısında ne yediğini anlamadan ve kendi elini kolunu kullanmasına izin vermeden yemek yedirmek bana pek cazip gelmiyor.Fakat bazı anneler çocukları sırf yemek yesin diye bu yöntemle yedirmeye çalışıyorlar ki onlara da hak veriyorum.Birşeyle oyalanmadan yemek yemeyen çocuklar anneyide çaresiz bırakıp anneye her yolu denetiyorlar.Allah'tan kızımın yemek konusunda sorunu olmadı,kendimi şanslı hissediyorum.Yiyebileceğini yer ve yedikten sonra doydum der, bende hiç ısrar etmem.

     Dün akşam yine masamızda yemeğimizi yerken, eşimle gündüz işte neler yaptığımızdan bahsediyorduk.İşle ilgili bir konuda eşim sesini biraz yükseltince ilk tepki kızımdan geldi ''O ne dedi?'' Şaşırdım,afalladım ne diyeceğimi bilemedim.''Sana demedi annecim'' dedim.O küçücük kız karşımda devleşip sorusunu şu şekilde düzeltti ''O sana ne dedi?''.Cevap kaçınılmaz artık ''Baban işte yorulmuş telefonu çok çalmış '' dedim.Ben her zaman doğruyu onun anlayacağı şekilde söylemekten yanayım.Ama burda çok önemli bir konu var.Kızım birşeylerle oyalanıyor gibi gözüksede bizi dinliyormuş.Bu artık bizim konuşurken daha dikkatli olmamız gerektiğini gösteriyor.

     Çocukların rol modeli anne ve babalarıdır.Küçük yaşlardan itibaren anne ve babalarını taklit etmeye başlarlar.Bu sebeple nasıl konuştuğumuz,ne söylediğimiz,ses tonumuz,mimiklerimiz,anne babanın birbirine hitap tarzı,iletişimi çok önemli.Çocuklarımıza bişey anlatmanın yolu da aslında burdan geçiyor.Birşeyi çocuklarımıza kabul ettirmek istiyorsak önce bunu kendi davranışlarımızda göstermeliyiz.Yemeğe oturup telefonu elinden düşürmeyen bir babanın telefonla masaya gelen çocuğa ''bırak o telefonu'' demesi faydasız bir telkin olucaktır.Çünkü çocuklar söylenenden çok davranışı daha fazla algılarını almaktadır.Bunun yerine ''birlikte telefonu bırakıyoruz çünkü şimdi yemek zamanı'' demek sanırım kalıcı bir çözüm olucak.

     Bir atasözü bu konuya çok denk düşecek ;büyüklerimiz '' ne ekersen onu biçersin '' demişler.Evet doğru,biz nasıl davranıyorsak o da kendi hayatına bizim davranış biçimimizi alıyor ve o davranışı uyguluyor.Çocukta yaşadığını öğreniyor.Çocuklarımıza iyi örnek olmak bizim elimizde.Pozitif düşünce, olumlu davranış hepsi bu kadar ...

20 Şubat 2012

Evlilik Üzerine

   Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaşmanın heyecanıyla uzun bir sohbete daldık.Tabii ki evlilikten (eşleri çekiştirmediğimiz bir sohbet düşünülemez), çocuklarımızdan, ilişkilerden, neydik ne olduka kadar uzanan keyifli bir sohbetti.

   Konular benzer,ilişkiler benzer...Herkesin derdi ortak aslında herkes aynı şeyden şikayetçi ve herkes hep memnuniyetsiz.İstiyoruz ki hep karşı taraf değişsin ve bizi anlasın.''Sen düşüncesizsin,sen bencilsin,sen hatalısın,sen bunu böyle yaptığın için böyle oldu,sen beni anlamıyorsun...'' Hem suçlayıcı hem yargılayıcı hem de hata bende değil sende dercesine bir sürü cümle kuruyoruz.Oysa hepsi faydasız, bir kulaktan giriyor ötekinden çıkıyor.

   Aslında en önemlisi insanın değişimi kendinde yapabileceğini kabul etmesi.İşte o zaman hayatımızda birşeyler değişmeye başlar.Çünkü kimse kimseyi değiştiremez.

   Arkadaşımda eşinin davranışlarını beğenmediğinden ve bunun kendisini mutsuz ettiğinden ve değiştirmek istediğinden bahsetti.Bunu defalarca onunla konuştuğunu ama hala hiçbirşeyin değişmediğini herşeyin kötüye gittiğini kendine göre anlattı.Çok kez bu yanılgıya düştüğümü artık bu düşünceyi kafamdan attığımı söyledim bende.Başkasını değiştirmek nerdeyse imkansızdır.Peki ben ne mi yapıyorum?Kendimi değiştiriyorum bir olay karşısında sergilediğim tutum davranış herneyse tam tersi ya da farklı bir bakış açısıyla farklı bir davranış sergiliyorum.Bu durumda karşı tarafta beklemediği bir davranışı görünce klasik tavrından vazgeçip o da değişime uğruyor :) Zor ama etkili bir yöntem.

   İnsanın davranışlarından vazgeçmesi çok zordur.Zaman alır.Ama kararlı olmak kendinde değişimi yaratmak karşı tarafta da aynı etkiyi görmektir.

   Evlilik gerçekten göründüğü kadar toz pembe değil.İnsan kendi annesiyle bile fikir ayrılıklarına düşerken farklı bir insanla sevgi olsada çoğu zaman fikir ayrılığına düşebiliyor.Bu zamanlarda tartışmalarla,küslüklerle geçirilen anlar evliliği yaralıyabiliyor.Çocuk olduğunda ise durum daha da zor, öfke kontrolün maksimum derecede olmalı.Çünkü çocuk konuşmaları, tavırları senden herşeyi alıyor.Kendi hayatına kopyalıyor.Çocuk her zaman yaşadığını öğreniyor.Bu ağır sorumlulukta eşlerin fikir ayrılıklarını çözmede en etkili yolu birlikte bulmaları gerekiyor.Bu durumda da kimse kimsenin değişmesini beklemeden kendi sorumluluğunun  bilincine vararak önce değişimi kendinde başlatması gerekiyor.

   Bazılarına göre susmak en etkili yöntem ama kesinlikle katılmıyorum.Eşlerden biri sustuğunda, bir kere problem çözülmeden olduğu yerde kalıyor.Susan taraf öfkesini içine hapsettiği için başka bir olayda daha büyük bir patlama yaşanması olasılığına açık kapı bırakıyor.Sorun çözülmüyor, erteleniyor.Konu ne olursa olsun kesinlikle konuşulmalı ve çözüme ulaşılmalı.Konuşmaktan kastım dırdır etmek değil.Çünkü hepimizin düştüğü yanılgı; söylemek ile söylenmek arasındaki farkı kestirememek.Söylenmek dırdır etmek oluyor.Bir konuya çözüm odaklı yaklaşmadan sırf laf söylemek amaçlı karşı tarafı yaralamaya yönelik sarfedilen bir sürü söz.Ama söylemek; çözüme odaklı, iki taraf için de makul sonuçlar doğuran, söyledikten sonra uzatılmayan sözler.

   Hayatta herkes mutlu ve huzurlu olmak için yaşıyor.Seçtiğimiz insanlar hala bizim tanıdığımız sevdiğimiz insanlar.Evliliğin sorumluluğu,yeni hayat alışma süreci herkes de farklı tepkiler doğuruyor.Ama eşlerimizi evlilikten sonra kendimize rakip görmek yerine aynı yolda yürüdüğümüzü farkedersek bence hiçbir sorun kalmayacak.Hayat güzel ve yaşamaya değer, sorunlarımız elbette olucak ama çözmek bizim elimizde.Çözmek için  birkaç küçük fikirde benden, okuyan herkese mutlu,huzur dolu,anlayabildiği ve anlaşılabildiği uzun bir ömür diliyorum...









15 Şubat 2012

Çocuklarımızı Anlamak

  Çocukların dünyası gerçekten çok farklı ve çok özen gösterilmesi gereken bir konu.Yaşı kaç olursa olsun duygu ve düşünce dünyaları var.Hatta anne karnında herşeyi hissettikleri söylenir ve ilk andan itibaren bebeklerinizle konuşun denir.

 Çocukların dünyasına inmek biz yetişkinler için pek te kolay olmayan bir iştir.2,5 yaşında kızımla iletişimim her ne kadar benim gözümde iyi gibi görünse de bazı durumlarda nasıl tepki vereceğimi, ne cevap vereceğimi, nasıl yönlendirmem gerektiğini şaşırıyorum.Akşam 1 saat çizgi film izleme zamanımız var.Kendi halinde Keloğlan'ı izlerken yanına gittiğimde birden ''korktum ben'' dedi.Ne demem gerektiğini o an kestiremesemde ''neden korktun kızım '' çıktı ağzımdan.''Ordan korktum'' dedi.Çizgi filmde Keloğlan karanlık bir mağarada geziyor sanırım o da korkuyor ve hayaletlerden bahsediyordu.Hemen korkacak bişey yok hayalet diye bir şey yok kızım diyecektim ki bunun faydasız olacağını düşünerek ''Kapatalım mı'' dedim.Çocukta olsa saygı duymalıydım :) Ama hiç beklemediğim bir cevap aldım.''Hayır kapatma hayalet diye birşey yok'' dedi ve güldü.Yani güler misin ağlar mısın durumu.Çocukların gerçekten geniş bir hayal dünyası var.Korkuyu,endişeyi bunun gibi duygularını öğrenme çağları var.Yanlış olan tek şey yanlış yönlendirme olur.Korkutmakla korkuyu tanıtmak farklı.Örnek vermek gerekirse eğer çocuğumuz istemimiz dışında bir hareket yaptığında cezalandırmak için korkutma yöntemini seçersek elbette ki korku konusu çocuk için problem olur.Yanlış bir davranış biçimi olur.Sonrasında belkide çareyi psikologlarda aramak zorunda kalırız.Ama korku hayatımızda var ve birşeyler vesilesiyle çocuk bunu öğrenecek.Bundan konuşmamak korkuyu yok saymak çokta etkili olmayacaktır.Önemli olan karşı tepkilerimiz,cevaplarımız ve yönlendirmemiz.

 Sonuç olarak cocuğun anlaşıldığını bilmesi en önemli noktadır.Bunun için de çocuğumuza olabildiğince anlayışlı yaklaşmalı ve çocuğumuzun kendini güvende hissetmesini sağlamalıyız.Tüm bunlar içinde en etkili yöntem gözlem.Çocuğunu iyi gözlemleyen anne babanın çocuğun davranışı üzerinde mutlaka bir fikri olur.Böylece neden sonuç ilişkisi daha kolay kurulur ve çocuğa verilecek cevap bizim içinde kolaylaşır.Çocuklarımızın dünyasına yakın olmak isityorsak onları gözlemliyelim, ne düşündüklerini anlamayı çalışalım,anladığımız şeylere saygı duyalım ve en önemlisi onları anladığımızı ve yanlarında olduğumuzu onlara hissettirelim.

14 Şubat 2012

14 Şubat İçin Söyleyeceklerim Var

  14 Şubat Sevgililer Günü için söylenen onca söze ben de kendi adıma birşeyler yazmak istedim.Böyle günler kimine göre anlamlı, kimine göre anlamsız, kimine göre para tuzağı, kimine göre klişe ve bu liste böyle uzar gider.Herkes kendince haklı.Çünkü herkesin hayata bakışı ve öncelikleri farklıdır.Yaşadıkları hissettiklerine,hissettikleri düşüncelerine ve düşünceleri davranışlarına yön verir.
 
  Benim için aşk bu dünyada gerçekten ilk sıralarda yer alıyor.Çünkü herşey bir insanı sevmekle başlar.İnsan sevdiği zaman hayat toz pembe görünür derler ya hayır aslında tam olarak öyle değil.Anlatılmak istenen aşk halinde insana hiçbir şey zor gelmez,kendini acayip mutlu hissedersin, herşeyi yapabilirmişsin gibi gelir.İnsanın tarifsiz acıları olsa dahi sevdiğine yaslanmakla ondan duyacağı bir kaç sözle sanki herşey hafifler.İyi ve güzel olan herşey sevmekten gelir.Sevmek tarihle sınırlandırılır mı elbette hayır ama insan doğum gününü kutluyorsa ve sevdiğinle zaman geçirmek için bu da bir sebepse maddiyata dökmeden neden kutlamıyalım ki?Aksine birlikte geçirilecek bir zaman daha diyerek mutlu olmak elimizde.Sosyal paylaşım sitelerinde yazılan bazı çirkin sözlerle, bugüne dair ahkam kesenlerin kelimelerinde hep bir mutsuzluk var.Yalnızlığını çirkinleştiren insanların hayatlarında ki mutsuzluğu bu şekilde ifade etmesi gerçekten ürpertici.Her yalnız insan böyle değil elbette yalnızlık bazen güzeldir.Yalnızlık zaman zaman herkesin kaçtığı limandır.Ama kendi öfkesinde boğulanlar için yalnızlık ne yazık ki ürkütücü oluyor.

  Ben sevmeye başladığım günden itibaren her anı değerlendirmek için fırsat kolluyorum.Hayattaki mutlulukların anlara verilen değerden geçtiğini biliyorum.Sevene güne gerek yok hergün 14 Şubat  yalanını yutmuyorum.Bana göre bu bir kaçış yolu.Herkesin bir hayat akışı var ve günlük yapılacaklar,yetişilecekler derken bazı şeyler gözden kaçıyor.Bu sebeple 14 Şubat benim için fırsat ve ben fırsatları değerlendirmeyi seviyorum.Bakış açısını aşka çeviren herkese iyi dileklerimle...


11 Şubat 2012

Çalışan Anne Sendromu

   Çalışan anneler bilir, olduğunla olmak zorunda kaldığın bir yer vardır.Arada kalanların, araftakilerin aşina olduğu bir yer.İşte bu yerde tüm çalışan anneler hep aynı hisse kapılır.Hiç bir şeye yetişememe hiçbir yerde tam manasıyla olamama durumu ve sanırım bu çalışan anne sendromu.
  
   Ben okul hayatından sonrada çalışmayı seçenlerdenim.Bu durum beni kızım olana kadar rahatsız etmedi.Kendimi bir şeyi kaçırıyormuş gibi ya da zamanımdan çalınıyor gibi hissetmedim.Aksine çalışmak birşeyler üretmek,kendimden birşeyler katabilmek beni hep mutlu etti.Bana göre insanı hayatta iki şey mutlu eder;sevmek ve üretmek.Fakat kızımla hayatım yön değiştirdi.Şimdi hep birşeylere yetemiyorum hissi var.İşteyken neler kaçırıyorum,yaptığı her yeni şeye tanık olamıyorum ve büyüdüğünü kaçırıyormuşum gibi geliyor.Bu düşüncelerde bulunduğum yerde olmamamı sağlıyor.Ne işteyim ne evdeyim durumu.Bir de evin sorumluluğu, rutin işleri var,eve gidince yapılacaklar listesi ki bu liste uzar da uzar.Bu kısıtlı zaman içinde kızıma da kaliteli zaman ayırma adına oyun saatini de ekleyince kendime hiç zaman kalmadığını farkettim.Oysa herkesin kendiyle kalmaya ihtiyacı vardır.Böylece aklın hep bir yerlerde oluyor.
  
    Çocuk sahibi olunca ömür boyu vicdan rahatsızlığıyla karşı karşıya kalıyorsun.Onsuz bir yere gidince acaba neler yapıyor, yemeğini yedi mi, uykusunu uyudu mu, keşke gitmeseydim gibi bin türlü düşünce dolanıyor aklımda.Ya da yaptığım her davranışı sorguluyorum.Doğru mu davrandım, burda nasıl bir tepki vermeliydim, cevabım yeterli oldu mu, yeterince vakit geçiriyor muyum vb.Evde olsam farklı mı olurdu bilmiyorum çünkü evdeki anneler de eminim benzer hislerdedir.Evdesin ama belirli sorumlulukların var, yetişecek işler, günlük yapılacaklar ve ev kadını olmanın verdiği bir sürü sorumluluk.Bu yüzden çalışan anne kadar eminim çalışmayan annelerde aynı sendromu yaşıyordur.
  
   Anne olunca tüm dünya değişiyor.Her duyguyu bir arada hissediyorsun.Herşeye yetişmeye çalışırken hiçbir şeye yetişemiyorsun ama o minicik kalbiyle sana sarılan parçanı görünce herşeyi geride bırakabiliyorsun.Hayatta hiçbirşeyin mükemmelliği yok anneliğinde.En güzeli bunu kabullenmek ve şu gerçeği bilmek mutlu anne mutlu çocuk.Mutlu olmak insanın hayattan ne beklediğiyle doğru orantılı.Herkes bir seçim yapar ve seçimlerinin sonuçlarını yaşar.Ben çocukta yaparım kariyerde dedim ve seçimimin sonuçlarını çalışan anne sendromu ile yaşıyorum ama mutlu muyum evet mutluyum, öyleyse mutlu anne mutlu çocuk...
  

7 Şubat 2012

Bir Aşk...Bir Nefes...Bir Kızım...Bir Eşim...

Bir Aşk;
Ben hayatta aşka inananlardanım,bu sebeple ilk önce hayatıma aşkı çağırdım.Eşimle tanışmamızdan çok kısa süre sonra bir sen bir ben bir bebek hayalleri kurarken birden evli mutlu çocuklu olarak bulduk kendimizi.Anladım ki insan çağırdıklarını yaşıyor.Ben aşkı çağırdım ve eşim hayatıma geldi.Evlilik aşkı öldürür mü öldürmez mi bilemem ama ben hayatımdan memnunum.Eğer aşkı istersen yaşatmasını bilirsen küçük mutluluklara büyük anlamlar yüklersen hiçbir zaman biz olmaktan vazgeçmezsen seninle kalıyor.

Bir Nefes;
Aşktan sonra hayatımın dönüm noktası Eylül'ün doğumu oldu.Benim doğum hikayem biraz farklı.Çünkü benim kızım geliceği zamanı kendi seçti ve henüz 29 haftalıkken dünyaya merhaba dedi.Bazı anlar tarifsizdir sadece yaşanır o zamanlarda benim için öyle oldu.Hiçbir şey istemiyorsun prematüre bir bebeğin olunca sadece nefes alsın.Ama bebeğim öyle güçlüydü ki sımsıkı tutundu hayata.İşte bu yüzden o benim için nefes.


Bir Heyecan;
Bir aşk ve bir nefesten sonra şimdi de hayatımda yeni bir heyecan var.Yeni blogumla kalbimde ve zihnimde biriktirdiğim herşeyi paylaşmak istiyorum.Hayatıma anlam katan ne varsa, annelik yolunda öğrendiğim ve öğreneceğim tüm deneyimleri,ruhumda asılı kalan tüm zamanları, ne yaşadıysam paylaşmak istiyorum.Bu aşamada şimdiden nefesim kızıma ve canım eşime teşekkürü borç bilirim.Ve masal başlasın...